Övgü, beynin ödül sistemini harekete geçirir. Her ‘aferin’ kelimesi dopamin salgılanmasına yol açar. Bu kimyasal, kısa süreli mutluluk verir ancak sık tekrarlandığında çocuk, bu duyguyu sadece dış uyarıcılarla hisseder hale gelir.
Yani çocuğun içsel motivasyonu zayıflar, ‘Beğenilmeyeceksem neden uğraşayım ki?’ düşüncesi gelişir.
Gerçek başarı duygusu, beğenilmekten değil, çabanın fark edilmesinden doğar. Övgü doğru verilmezse, çocuk öğrenme sürecini değil, takdiri hedef haline getirir.
Okul çağındaki çocuklar için öğretmen sözü, bir ebeveynin sözü kadar etkilidir. ‘Sen sınıfın en zekisisin’ gibi iyi niyetli ifadeler, görünmez bir yarış başlatır.
Övgüye alışmış bir çocuk, bir gün övülmediğinde başarısız hisseder.
Oysa sağlıklı bir öğrenme ortamında, çocuk kendi gelişimini geçmişe göre değerlendirir, arkadaşlarına değil.
Bu nedenle uzmanlar, öğretmenlerin çabaya odaklı övgü kullanmalarını önerir: ‘Bu ödevi geçen haftaya göre daha dikkatli yapmışsın’ gibi… Bu ifade hem gerçeğe dayanır hem de çocuğu teşvik eder.
Sürekli ‘Sen harikasın’ mesajı alan çocuk, bir noktadan sonra ‘Artık harika olamazsam ne olur?’ kaygısına kapılır.
Kusursuz olma baskısı, denemekten korkan, risk almaktan kaçınan bireyler yaratır.
Hata yapma hakkı elinden alınmış çocuk, mükemmel olmaya çalışırken özgüvenini yitirir. Oysa başarısızlık, gelişimin doğal bir parçasıdır. Çocuğa ‘Hata yaptığında da sen değerlisin’ mesajı verildiğinde, öğrenmenin ve cesaretin kapısı aralanır.
Çocuklar, söylediklerimizden çok davranışlarımızı kopyalar. Ebeveynin kendi başarısına yüklediği anlam, çocuğun da benlik algısını şekillendirir. Sürekli kendi hatalarını gizleyen veya başkalarının takdirine bağımlı bir ebeveyn, farkında olmadan çocuğa da ‘onaylanmadan mutlu olunmaz’ mesajı verir. Aile içinde ‘başarılı olma’ değil, ‘elinden geleni yapma’ kültürü oluşturmak, çocuğun duygusal sağlamlığını güçlendirir.
Her övgü kelimelerle verilmek zorunda değildir. Bazen bir gülümseme, bir sarılma, sessizce dinlemek veya çocuğun yaptığı işe ilgi göstermek, sözel övgüden çok daha etkili olur.
Bu tür sözsüz destekler, çocuğa ‘Sana güveniyorum’ mesajını verir. Sözsüz övgü, çocuğun kendi sesini duyabilmesine izin verir; çünkü ebeveyn sessiz kaldığında çocuk kendi başarısını içinden onaylamayı öğrenir.
Bazı ailelerde her davranış övülür; bazılarında ise övgüden çok eleştiri vardır.
İki uç da zararlıdır. Sürekli övgü, dışsal motivasyonu artırırken, sürekli eleştiri öz güveni zedeler.
Dengeli yaklaşımda, ebeveyn ne her hatayı yargılar ne de her davranışı alkışlar. Önemli olan çocuğun neden övüldüğünü anlamasıdır. Bu farkındalık, çocuğun kendi duygusal pusulasını oluşturmasını sağlar.
Gerçek özgüven, beğenilmekten değil, kendini tanımaktan doğar. Bir çocuk, hatalarıyla kabul gördüğünde, başarı baskısından kurtulur. ‘Ben değerliyim çünkü varım’ bilincine ulaşan çocuk, hem başarısızlıkla baş edebilir hem de başkalarının onayına ihtiyaç duymadan ilerleyebilir.
Ebeveynin görevi, çocuğun mükemmel olmasına yardım etmek değil, kendisi olmasına izin vermektir.
Günümüz çocukları, ‘beğeni sayısı’ üzerinden değer biçilen bir dünyada büyüyor. Bu kültür, zaten var olan onaylanma ihtiyacını daha da güçlendiriyor.
Bir çocuğun sosyal medyada aldığı beğeni, kısa süreli bir mutluluk sağlarken, uzun vadede gerçek benlik duygusunu zayıflatabiliyor. Bu nedenle ebeveynlerin, çocuklara ‘beğenilmek değil, anlamlı üretmek’ bilincini kazandırması büyük önem taşıyor.
Övgü, çocuğun kalbini ısıtabilir ama aşırısı içsel gücünü zayıflatır. Ebeveynlik, çocuğu alkışlamak değil, kendini alkışlamayı öğrenmesine rehberlik etmektir. Her davranışı yüceltmek yerine çabanın, emeğin ve sabrın değerli olduğunu vurgulamak gerekir.
Unutmayalım: Ölçülü övgü özgüveni besler, aşırı övgü onay bağımlılığı yaratır.
Gerçek sevgi, çocuğun kusurlarıyla birlikte kabul edilmesidir.